III-
DEĞERLEME
Değerleme, belirli bir iktisadi
kıymetin belli bir zamandaki kıymetinin belli bir para cinsinden ifade edilmesi
işlemidir. Ekonomik ve sosyolojik olarak değer biçme işlemine etki eden birçok
unsur vardır. Bu nedenle genel kabul görmüş anlayışa göre değerleme işlemi
özünde bir nevi subjektiflik içerir.
Bir işletmenin mali tablolarını
kullanan kesimleri (kullanıcıları) şöyle belirtebiliriz;
- İşletme sahip ve ortakları,
- İşletme yöneticileri,
- Kredi kurumları,
- İşletme çalışanları, birlikler, sendikalar,
- SPK, borsalar ve yatırımcılar,
- İşletme alacak ve borçluları,
- Hukukçular,
- Mali analistler ve istatistik kuruluşları,
- Değerleme kuruluşları,
- Denetim kuruluşları,
- Kamu idaresi.
İşletme ile
ilgili farklı kesimlerin işletme varlıklarını değerlemeleri amaçlarına göre
birbirinden farklı olabilecektir. Bu nedenle işletme yönetimi değerleme
işlemini yaparken; farklı grupların gaye ve hedeflerini işletme hedefleri ile
birleştirerek mümkün olduğunca tarafsız davranmalıdır.
Yukarıda yer alan
tanımdan da anlaşılacağı üzere değerleme iki aşamalı bir işlemdir. Birinci
aşama değerlemeye konu iktisadi kıymetin miktarının tespit edilmesidir (envanter
çıkartılması). İkinci aşama ise miktarı tespit edilen söz konusu kıymetin
değerleme günü itibariyle belli bir para cinsinden değerinin bulunması
işlemidir. Değerlemede öncelikle kanunla belirlenmiş değerleme yöntemleri ve
ölçüleri kullanılacaktır. Belirlenmiş bir ölçü ve yöntem yoksa yukarıda belirtildiği
üzere işletme yönetimince objektif kriterler kullanılmalıdır.
A- TÜRK TİCARET KANUNU UYARINCA DEĞERLEME
Türk Ticaret
Kanunu (TTK)’nun değerleme hükümleri; işletme
sermayesinin haksız yere işletme yöneticileri veya ortaklarına aktarılmasının
önlenmesi ve işletme ile ilişkisi bulunan üçüncü şahıslara ilişkin hak ve menfaatlerin
korunmasına öncelik verir.
Değerleme genel
ilkeleri konusunda Kanunun 78. maddesinde aşağıdaki düzenleme yapılmıştır.
“(1) Finansal tablolarında yer alan varlıklar ile borçlarla
ilgili olarak, aşağıdakilerle sınırlı olmamak ve Türkiye Muhasebe Standartlarında
öngörülen ilkeler de dikkate alınmak üzere şu değerleme ilkeleri geçerlidir:
a) Bir önceki dönemin kapanış bilançosundaki değerler ile
faaliyet döneminin açılış bilançosundaki değerler birbirinin aynı olmalıdır.
b) Fiilî veya hukuki duruma aykırı olmadıkça, değerlemelerde
işletme faaliyetinin sürekliliğinden hareket edilir.
c) Bilanço kapanış gününde, varlıklar ve borçlar teker
teker değerlendirilir.
d) Değerleme ihtiyatla yapılmalıdır; özellikle de bilanço
gününe kadar doğmuş bulunan bütün muhtemel riskler ve zararlar, bunlar bilanço
günü ile yılsonu finansal tablolarının düzenlenme tarihi arasında öğrenilmiş
olsalar bile, dikkate alınır; kazançlar bilanço günü itibarıyla gerçekleşmişlerse
hesaba katılır. Değerlemeye ilişkin olumlu ve olumsuz farkların dönem
sonuçlarıyla ilişkilendirilmesinde Türkiye Muhasebe Standartlarındaki esaslara
uyulur.
e) Faaliyet yılının gider ve gelirleri, ödeme ve tahsilat
tarihlerine bakılmaksızın yılsonu finansal tablolarına alınırlar.
f) Önceki yılsonu finansal tablolarında uygulanmış bulunan
yöntemler korunur.
(2) Standartlarda öngörülen hâllerde ve istisnai durumlarda
birinci fıkradaki ilkelerden ayrılınabilir.”
Duran varlıklar,
dönen varlıklar, borçlar ve diğer bilanço kalemleri; tanım, değer ve kapsam
olarak Türkiye Muhasebe Standartları (TMS) uyarınca bu standartlarda gösterilen
ölçülere göre değerlenir. Şartların gerçekleşmesi hâlinde TMS’de
öngörülen değerlemeyi basitleştirici yöntemler kullanılabilir. (TTK Md. 79, 80,
81)
B- SERMAYE PİYASASI KANUNU UYARINCA DEĞERLEME
Sermaye Piyasası
Kanunu (SPK); günümüz ekonomisinde etkin bir yere sahip olan sermaye piyasaları
ve dolayısıyla halka açık sermaye şirketlerinin uymaları gereken kuralları
düzenlemektedir. Halka açık sermaye şirketlerinin diğer temel kanunlar yanında
ayrıca uymak zorunda oldukları SPK’da yer alan değerlemeye ilişkin düzenlemeler;
TTK’da yer alan düzenlemelerle paralellik gösterir.
Bu düzenlemeler özellikle işletme hissedarları ile diğer üçüncü şahısların
menfaatlerini korumaya yöneliktir.
Gerek TTK uyarınca, gerekse SPK
uyarınca yapılacak değerlemeler “Ticari
Bilanço” ve “Ticari Kâr-Zarar Tablosu”
oluşturmaya yöneliktir. Dolayısıyla bu kanunlarda yer alan hükümler uyarınca
yapılacak değerlemeler, mali kârın teşkilinde ikinci planda kalacaktır. Öyle ki
mali kârın oluşturulmasında vergi kanunlarında (VUK) yer alan değerleme
hükümlerinin esas alınması gerekmektedir.
Halka açık
şirketlerin uyması gereken finansal raporlama ve muhasebe standartları Sermaye
Piyasası Kurulunca açıklanmaktaydı. 18/12/1999 tarih ve 4487 sayılı Kanunla
2499 sayılı SPK’ya eklenen Ek-1. Madde uyarınca Türkiye Muhasebe Standartları
Kurulu’nun (TMSK) kurulmasıyla Sermaye Piyasası Kurulu, standart yayımlamayı
bırakmış ve halka açık şirketlere TMSK tarafından yayımlanan standartlara uyma
yükümlülüğü getirmiştir. TMSK tarafından Türkiye Finansal Raporlama Standartları
(TFRS) ve Türkiye Muhasebe Standartları (TMS) yayımlanmıştır.
2 Kasım 2011
tarih ve 660 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile “Kamu Gözetimi, Muhasebe ve
Denetim Standartları Kurumu” kurulmuş, görev ve yetkileri yeni kurulan bu
Kuruma devredilerek aynı tarih itibariyle TMSK kapatılmıştır. Ancak TMSK
tarafından yayımlanan standartlar geçerliliğini korumaktadır.
C- VERGİ KANUNLARI UYARINCA DEĞERLEME
Vergi kanunları
değerlemeye, işletmenin ortakları ve diğer üçüncü kişilerin menfaatlerini
korumaya yönelik olarak değil, işletmelerin gizli ortağı konumunda olan
devletin menfaatlerini koruma güdüsüyle bakar. Bu anlayış gereği vergi
kanunları değerlemeye ilişkin inisiyatifi mümkün olduğunca işletme yetkililerine
bırakmak istemez.
Vergi hukukunda, ticaret hukukundaki
prensibin aksine değerleme azami ölçüleri değil, değerleme asgari ölçüleri
belirlenmiştir. Vergi hukukunda bu ölçüler konulurken de vergide eşitlik ve
genellik prensibinin etkin bir şekilde uygulanabilmesi amacıyla son derece
ihtiyatlı ve hassas davranılmıştır.
Bu anlayışın yansıması olarak
değerleme hükümlerinin yer aldığı Vergi Usul Kanunu’nda değerlemenin tanımı da “değerleme,
vergi matrahlarının hesaplanmasıyla ilgili iktisadi kıymetlerin takdir ve tespitidir”
şeklinde yapılmıştır. (Md 258)
VUK uyarınca değerleme “takdir” ve “tespit” olarak iki şekilde yapılabilir. Tespit mükelleflerce VUK’nda belirlenen değerleme ölçüleri kullanılarak yapılır.
Mutad değerleme ölçülerinin kullanılamadığı
durumlarda değerleme takdir (VUK md. 267) yoluyla yapılır.
Değerlemede, iktisadi kıymetlerin her
biri tek başına dikkate alınır. Teamülen aynı cinsten
sayılan mallar ile düşük kıymetli müteferrik eşya toplu olarak değerlenebilir
(VUK md. 260).
VUK’da
sayılan değerleme ölçüleri özet olarak aşağıda açıklanacaktır. İktisadi
kıymetlerin hangi değerleme ölçüsü ile değerleneceği hususu ise çalışmanın
ilerleyen bölümlerinde iktisadi kıymet bazında ayrı ayrı belirtilmiştir.[1]
1-
Maliyet Bedeli
Maliyet; satın alınan veya işletmede
imal edilen mallarla ilgili olarak satın alma veya imalat maliyetini ifade
eder.
Harcama, bir iktisadi kıymet veya mal
teminine yönelik olarak nakdi, ayni ya da alacak vb. şekilde karşı tarafa
menfaat sağlamaya yönelik bir işlemdir. Maliyet ise daha dar kapsamlı bir ifade
olup, işletmenin satışa konu iktisadi kıymetleri için tespit ettiği bir
değerdir. Bu çerçevede yapılan harcama hemen maliyet niteliği kazanabildiği
gibi (emtia alış bedeli), harcamanın maliyete dönüşmesi bir zaman dilimine de
yayılabilir (örneğin, amortismana konu iktisadi kıymet alış bedeli). Burada
harcama ile maliyet arasındaki nüansa dikkat edilmelidir. Harcama terimi;
maliyet teriminden daha geniş kapsamlı olup, işletmenin faaliyetini devam
ettirebilmesi adına yaptığı direkt ve endirekt bütün gider ve maliyet unsurlarını
içine alır.
Maliyetleri iki ana başlıkta toplamak
mümkündür. Bunlar satın alma maliyeti ve üretim maliyetidir.
Satın Alma Maliyeti: İşletmede imal
edilmeyen, doğrudan dışardan temin edilen iktisadi kıymetlerin edinilmesi
sırasında oluşan maliyeti ifade eder. Satın alma maliyeti şöyle formüle
edilebilir:
Alış Bedeli + Direkt
Alış Giderleri (Nakliye vb. )= Ham Alış Maliyeti;
+ Endirekt Alış
Gideri (Komisyon vb.) = Alış Maliyeti;
+ Ticari
Organizasyon Giderleri (Pazarlama, Genel Yönetim vb.)
= Toplam Maliyet.
Üretim
Maliyeti:
İşletmenin faaliyet konusu ile ilgili mamul veya hizmetleri ortaya çıkarmak
için sarfettiği çeşitli üretim faktörlerinin para ile
ifade edilen değerleri toplamı üretim maliyetini verir. Para birimi ile ifade
edilmekten kasıt, bu değerin mutlaka para ile satın alınması olmayıp, işleme konu değerin maliyetin
oluşumu safhasında ulusal para birimi ile değerinin maliyete dahil edilmesidir.
Üretim maliyetini şu şekilde formüle edebiliriz:
İlk Madde + Direkt İşçilik = Ham
Üretim Maliyeti;
+ İmalat Giderleri (Yardımcı Md.
Endirekt İşçilik vb.)
= Üretim Maliyeti;
+ Ticari Organizasyon Giderleri (Genel
Yönetim, Pazarlama vb.)
= Toplam Maliyet.
Satın
alma maliyeti, dışardan temin edilen iktisadi kıymetin
işletme stoklarına girmesi anına kadar oluşan alış maliyeti ve giderler
toplamını, üretim maliyeti de işletme organizasyonu içinde üretilen iktisadi
değerlerin satış öncesi aşamaya (veya stoklara alınmasına) kadar oluşan gider
ve maliyet toplamını ifade eder.
VUK’un 262. maddesinde
maliyet bedeli; “ ...İktisadi bir kıymetin iktisap edilmesi veyahut değerinin artırılması
münasebetiyle yapılan ödemelerle bunlara müteferri
bilumum giderleri ifade eder.” şeklinde tanımlanmıştır. VUK’da yapılan bu tanım, dışarıdan iktisadi kıymet temin
etmeye yönelik işlemleri içermekte ve bu işlemleri de iki gruba ayırmaktadır;
İktisadi kıymet iktisap edilmesi veya değerinin artırılması.
İktisadi kıymetin iktisap/satmalına maliyeti yukarıda tanımlanmıştı. Bu tür işlemler
genellikle iktisadi kıymetin mülkiyetinin elde edilmesi şeklinde olur.
Menkul-gayrimenkul mal, alacak ve hakların mülkiyetinin elde edilmesi için
yapılan direkt ve endirekt harcama ve giderler toplamı iktisap maliyetini oluşturur.
262. maddede değinilen iktisadi
kıymetin değerinin artırılması, işletmenin aktifine dahil iktisadi kıymetlerin
kullanım ömrünün uzatılması veya kullanım fonksiyonunun (faydasının, veriminin)
artırılması veya her ikisinin birden yapılmasını ifade eder. İşletme aktifine
dahil iktisadi kıymetlerin bu şekilde değerini artırmaya yönelik direkt ve endirekt
gider ve harcamalar toplamı da söz konusu kıymetin maliyet bedeline dahil edilecektir.
İktisadi kıymetin
değerini artırmaya yönelik olmayan yani, kıymetin kullanım verimini artırmayan
veya kullanım ömrünü uzatmayan normal bakım, tamir vb. giderler maliyet
bedeline dahil edilmez. Örneğin; işletme aktifinde kayıtlı bir kamyonun
motorunun yenilenmesi veya kasasının yenilenmesi gideri değer artıcı nitelikte
olup maliyet bedeline dahil edilir. Ancak kamyonun periyodik bakımının yapılması,
boyatılması ve benzeri giderler bu kapsamda değerlendirilmez.
Maliyet bedeline ayrıca iktisadi
kıymetin edinilmesi veya değerinin artırılmasına müteferri
(ilişkin) giderler de dahildir. İktisadi kıymetin edilmesi veya değerinin
artırılmasına ilişkin dolaysız harcamaların tespiti kolay olmakla birlikte bu
harcamalara bir sınır çizmek bazen güçlük yaratmaktadır. Buna rağmen maliyet
bedeli ölçüsü oldukça kesinlik taşıyan bir değerleme ölçüsüdür.
Maliyet bedeli ölçüsünün tek
dezavantajı, geçmişe yönelik harcamaları içermesi nedeniyle bazı durumlarda
enflasyonist etkiyi bünyesinde barındıramamasıdır.
Üretim maliyetine
ilişkin olarak VUK’un 275. maddesinde; “İmal
edilen emtianın (tam ve yarı mamul mallar) maliyet bedeli aşağıda yazılı
unsurları ifade eder:
1- Mamulün vücuda getirilmesinde sarf olunan
iptidai ve ham maddenin bedeli,
2- Mamule isabet eden işçilik,
3- Genel imalat
giderlerinden mamule düşen hisse,
4- Genel idare giderlerinden mamule düşen
hisse (bu hissenin mamulün maliyetine katılması ihtiyaridir.),
5- Ambalajlı olarak
piyasaya arz edilmesi zaruri olan mamullerde ambalaj malzemesinin bedeli.
Mükellefler, imal ettikler
emtianın maliyet bedellerini yukarıdaki unsurları ihtiva etmek şartıyla diledikleri
usulde tayin edebilirler.” hükmü yer almaktadır.
Bu madde hükmü özellikle imalat
muhasebesini ilgilendirmekte olup maddede imalat maliyetine girecek gider ve
maliyet unsurları tereddüt doğurmayacak şekilde tek tek sayılmak suretiyle
belirtilmiştir.
2-
Borsa Rayici
Borsa rayici, değerlemeye konu
iktisadi kıymetin değerleme günündeki resmi borsalarda oluşmuş fiyatını ifade
eder. Resmi borsalarda değerleme günü fiyatlarının tespiti, gün boyunca
oluşacak fiyatların ortalaması alınarak yapılır.
Borsa rayicine ilişkin VUK’un 263. maddesi hükmü şöyledir; “Borsa rayici, gerek menkul
kıymetler ve kambiyo borsasına, gerekse ticaret borsalarına kayıtlı olan
iktisadi kıymetlerin değerlemeden evvelki son muamele gününde borsadaki
muamelelerin ortalama değerini ifade eder.
Normal temevvüçler dışında fiyatlarda bariz kararsızlıklar
görülen hallerde, son muamele günü yerine, değerlemeye tekaddüm
eden 30 gün içindeki ortalama rayici esas olarak aldırmaya Maliye Bakanlığı
yetkilidir.”
Maddenin ikinci fıkrası ile verilen
yetkiye istinaden; normal dalgalanmalar haricinde, fiyatlarda belirgin tutarsızlık
ve büyük dalgalanmalar gerçekleşmesi halinde Maliye Bakanlığı değerlemeden
önceki 30 gün içindeki ortalama fiyatı değerlemeye esas aldırabilecektir.
Yabancı paraların
borsa rayici ile değerlenmesi öngörülmekle beraber, borsa rayici olmadığı için
değerleme Maliye Bakanlığınca tespit olunan döviz kurları esas alınarak yapılmaktadır
(VUK md. 280).
Borsa rayici, 4369 sayılı Kanun’la VUK’un 279. maddesinde yapılan değişiklikten sonra, bazı menkul
kıymetlerin değerlenmesinde de kullanılır hale gelmiştir.
Borsa rayici ölçüsü objektif ve reel
bir değerleme ölçütü olup, iktisadi kıymetin değerleme günündeki gerçek
(tasarruf) değerini ifade eder. Bu değerleme ölçüsünün etkin ve yaygın bir
şekilde kullanılması tamamen mevcut borsaların etkinliği ve büyüklüğü ile orantılıdır.
3-
Tasarruf Değeri
Tasarruf değeri, VUK’un 264. maddesinde de düzenlendiği üzere “Bir
iktisadi kıymetin değerleme gününde sahibi için arz ettiği gerçek değer”
olarak tanımlanabilir. Tasarruf değeri, iktisadi bir kıymetin değerleme günü
itibariyle işletme için ifade ettiği değerdir.
Tasarruf değerinde kesin bir açıklık
yoktur. Bir iktisadi kıymetin belli bir tarihte sahibi için arz ettiği değeri
etkileyen direkt ve endirekt birçok etken vardır. Bu nedenle bir iktisadi
kıymetin belli bir tarihte ifade ettiği değer kişilere göre farklılık gösterir
ve değişkendir. Bu açıdan değerleme ölçüsü olarak çok belirgin bir kesinliğinden
bahsetmek yanlış olacaktır. Ancak iktisadi kıymetin niteliğine göre, tasarruf
değerini belirleyen bilimsel yöntemler de mevcuttur. Örneğin, vadeli ve faiz
oranı belirlenmiş senetlerin belli tarihteki tasarruf değerini bilimsel yöntemle
yaklaşık olarak tespit etmek mümkündür.
Tasarruf değeri
değerleme ölçütünün mali bilançoların hazırlanmasında ve mali kârın tespitinde
sık uygulama alanı bulduğunu söylemek mümkün değildir. Bunun nedeni, tasarruf
değeri ölçütünün bilimsel ve kesin sonuç veren bir değerleme ölçütü olmayışıdır.
VUK’da tasarruf değeri,
sadece alacak ve borç senetleri için kabul edilmiş değerleme ölçütüdür. Burada
da tasarruf değerinin uygulaması subjektif sonuçlar
doğurmayacak şekilde objektif esaslara bağlanmıştır.
4-
Mukayyet (Kayıtlı) Değer
Mukayyet değer VUK’un 265. maddesinde; “Bir iktisadi kıymetin muhasebe
kayıtlarında gösterilen hesap değeri” olarak tanımlanmıştır. Değerleme
ölçütü olarak mukayyet değerle değerlenen iktisadi kıymetler; değeri defter ve
hesap kayıtlarında bulunan ve ancak buralardan hesaplanabilecek nitelikte olan
kıymetlerdir.
Mukayyet değer
ölçütünün kullanılması, enflasyonist etkinin fazla olduğu ekonomilerde oldukça subjektif sonuçlar doğurur. Bu da mali tablo içeriğinin
muhasebe ve mali tablo ilkelerinden sapmasına neden olur. Bu değerleme ölçütü
de enflasyonist ortamlarda reel ve anlamlı sonuçlar veren bir değerleme ölçütü
olmadığından, kullanılmaları halinde enflasyonist etkiyi giderici tekniklerle
desteklenmesi gerekmektedir.
Diğer taraftan uygulaması en kolay ve
kesin sonuç veren bir değerleme ölçütüdür. Vergi kanunlarımız uyarınca mukayyet
değerin değerleme ölçütü olarak kullanıldığı iktisadi kıymet sayısı fazla değildir.
Kanun koyucunun değerleme ölçütü olarak mukayyet değeri vazettiği durumların
bir kısmı da zaruretten kaynaklanmaktadır (İlk tesis ve taazzuv
giderleri gibi).
5-
İtibari (Nominal) Değer
İtibari değer VUK’un 266. maddesinde “Her nevi senetlerle, esham ve tahvillerin
üzerine yazılı olan değer” olarak tanımlanmıştır. İtibari değerin
tamını yapılırken Kanunda, hangi tür iktisadi değerin bu değerleme ölçütü ile
değerleneceği de düzenlenmiştir.
Değerleme ölçütü
olarak nominal değerin, hem hukuk literatüründe, hem de VUK’da;
her nevi senetlerle hisse senedi ve tahvillerin, ulusal paranın ve benzeri nitelikteki kıymetli evrakın
değerlemesinde kullanılacağı öngörülmüştür. Nominal değer ilgili kıymetli
evrakın üzerinde yazılı olan değeridir. Nominal değer kıymetli evraklar için
oldukça objektif ve gerçekçi bir değerleme ölçütüdür.
Vadesi geçtiği halde nakde tahvil
edilememiş olan kıymetli evraklar bu ölçüt ile değerlendirildiğinde; enflasyonist
etki, değerleme bedeline yansımayabilmektedir. Bu gibi durumlarda değerleme
ölçüsünün telafi edici tekniklerle desteklenmesi gerekir.
6-
Vergi Değeri
Vergi değeri VUK’un 268. maddesinde “Bina ve arazinin Emlak Vergisi Kanunu’nun
29. maddesine göre tespit edilen değeri” olarak tanımlanmıştır. VUK’da yer alan tanım fonksiyoneldir. Değerleme ölçütü
tanımı hangi tür iktisadi kıymetin bu değerleme ölçütü ile değerlendirileceği
hususunu da içerir. Anılan hüküm uyarınca vergi değeri rayiç bedeldir ve sadece
maliyet bedeli bilinmeyen bina ve arazi bu değerleme ölçütü ile değerlenmektedir.
Vergi değeri yalnızca vergi hukukunda
kullanılan bir değerleme ölçütüdür.
7-
Rayiç Bedel
VUK’un Mükerrer 266.
maddesi uyarınca rayiç bedel, bir iktisadi kıymetin değerleme günündeki normal
alım-satın bedelidir. Bir değerleme ölçütü olarak rayiç bedel tanımı, vergi
hukukumuza 2365 s. Kanunla girmiştir. Ancak vergi kanunlarınızda işletmeye
dahil herhangi bir iktisadi kıymetin mutad değerleme
ölçütü olarak rayiç bedel öngörülmemiştir. Bunun nedeni bu değerleme ölçütünün suistimale açık olmasıdır.
Vergi değeri değerleme ölçütünde
yapılan değişiklik sonrası rayiç bedel, değerleme ölçütü olarak yalnızca
maliyet bedeli bilinmeyen bina ve arazinin değerlemesinde kullanılmaktadır.
Rayiç bedel, değerleme ölçütü olarak
objektif esasa dayanmasına karşın uygulanmasında her zaman reel sonuçlar
vermez. Ticari hayatın gerekleri olarak mübadele piyasasına yansıyan konjonktürel etkiler değerleme ölçütünün bünyesinde etkisini
gösterir. Öte yandan borsa vb. kamusal kurum piyasaların olmadığı durumlarda
normal alım satım bedelinin tespitinde de birtakım farklılıklar ortaya
çıkabilmektedir.
8-
Emsal Bedeli
Emsal bedeli vergi hukukunda güvenlik
müessesesi niteliğinde bir değerleme ölçütüdür. VUK’un
267. maddesi uyarınca emsal bedel; “Gerçek bedeli olmayan veya bilinmeyen
veyahut doğru olarak tespit edilemeyen bir malın, değerleme gününde satılması halinde
emsaline nazaran haiz olacağı değerdir.”
Emsal bedeli değerleme ölçütü,
değerlemeye konu malın emsali olan bir malın (misli malların) değerleme
günündeki normal alım-satım bedelinin kıyaslanması suretiyle değerlemeye konu
malın değerinin saptanması için kullanılır.
Emsal bedeli ölçütü vergi hukukunda
çokça kullanılan bir değerleme ölçütüdür. Bu nedenledir ki emsal bedeli
uygulanmasında zaman zaman ihtilaflar oluşmuştur. Bu ihtilaflar genellikle iki
şekilde ortaya çıkmaktadır;
- Emsal bedeli ölçütünün hangi hallerde uygulanacağı,
- Ölçütün uygulanmasında VUK’un
267. maddesinin hangi sırasının uygulanacağı.
Emsal bedelin hangi hallerde
uygulanabileceğini madde metninden çıkartmak mümkündür. Birinci olarak emsal
bedeli, gerçek değeri belli olmayan veya bilinmeyen mallara uygulanabilir.
Değeri bilinen bir iktisadi kıymetin değerlemesinde bu ölçü kullanılamaz.
Emsal bedeli uygulamasını gerektiren
ikinci neden, iktisadi kıymetin gerçek değerinin doğru olarak tespit edilememesidir.
İktisadi kıymetin gerçek değerinin başka bir değerleme ölçüsü ile bulunabildiği
durumlarda, emsal bedeli ile değerleme yapılamayacaktır. Örneğin, üstüpü ve deşelerin değerlemesinde olduğu gibi iktisadi kıymetin
bedeli emsal bedel dışında bir değerleme ölçüsü ile tespit edilemiyorsa,
değerlemede bu ölçü kullanılacaktır.
Emsal bedelinin değerleme ölçüsü
olarak kullanılmasına ilişkin VUK’un 289. maddesinde;
“Bu
bölümde yazılı olmayan veyahut yazılı olup da kendi ölçüleriyle değerlenmesine
imkân bulunmayan iktisadi kıymetlerden bina ve arazi vergi değeriyle, diğerleri,
varsa borsa rayici, yoksa mukayyet değerleri, o da yoksa emsal bedelleriyle
değerlenir.” hükmü yer almaktadır.
Değeri düşen mallar dışında kalan
iktisadi kıymetlerin emsal bedel ile değerlenebilmesi için VUK’un
289. maddesi gereğince, borsa rayici ve mukayyet değerlerinin bulunmaması
gerekmektedir.
Özet olarak, işletmeye dahil iktisadi
kıymetlerin emsal bedeli ölçütü ile değerlendirilebilmesi için öncelikle
değerlemeye konu kıymetin gerçek değerinin olmaması, bilinememesi veyahut doğru
olarak belirlenememesi (malın borsa rayicinin ve mukayyet değerinin bulunamaması)
gerekmektedir.
- Emsal Bedeli Uygulamasında Sıra
Emsal bedeli uygulaması VUK’un 267. maddesi uyarınca üç sıra çerçevesinde yapılır:
Birinci
sıra ortalama fiyat esasıdır. “Aynı cins ve nevideki mallardan sıra ile
değerlemenin yapılacağı ayda veya bir evvelki veya bir daha evvelki aylarda
satış yapılmışsa, emsal bedeli bu satışların miktar ve tutarına göre mükellef
tarafından çıkarılacak olan ortalama satış fiyatı ile hesaplanır. Bu esasın uygulanması
için, aylık satış miktarının, emsal bedeli tayin olunacak her bir malın
miktarına nazaran %25’ten az olmaması şarttır.” (VUK md. 267/1)
Örneğin, 31 Aralık gününde mevcut 1
ton imalat artığının emsal bedeli ile değerleneceğini düşünelim. Aralık ayında
bu tür artıklardan
Emsali alınacak malın satışında aranan
asgari %25’lik miktar aylıktır. Bu nedenle her üç ayın toplam satış miktarının
%25’i geçmesi ile, bu sıraya göre değerleme için gerekli şart gerçekleşmiş olmamaktadır.
Böylece, üç ayda da istenilen miktarda satış yoksa; birinci sıra olan ortalama
satış fiyatı esasının, emsal bedelinin tespitinde uygulanması mümkün
olmayacaktır. Bu durumda ikinci sıraya geçmek gerekmektedir.
İkinci
sıra maliyet bedeli esasıdır. “Emsal bedeli belli edilecek malın, maliyet
bedeli bilinir veya çıkarılması mümkün olursa, bu takdirde mükellef, bu maliyet
bedeline, toptan satışlar için %5, perakende satışlar için %10 ilave etmek
suretiyle emsal bedelini bizzat belli eder.” (VUK md.
267/2)
Bu usulde emsal bedeli, değerlenecek
olan malın maliyet bedeli esas alınarak tespit edilir. Bir malın kıymeti
bilinmemekle birlikte, maliyet bedeli bilinir veya maliyet bedelinin
hesaplanması mümkün olursa mal kıymeti, maliyetten yola çıkılarak tespit
edilebilecektir. Bu esasa göre maliyet bedellerine toptan veya perakende satış
olmasına göre %5 veya %10 ekleme yapmak suretiyle emsal bedeli bulunur.
Yukarıda açıklanan birinci ve ikinci
sıralardaki usullere göre emsal bedeli bizzat mükellefler tarafından hesaplanır.
Emsal bedelinin bu usullere göre de tespitinin mümkün olmaması halinde ise;
artık emsal bedeli takdir komisyonunca takdir yolu ile belli edilir.
Üçüncü
sıra takdir esasıdır.
“Yukarıda
yazılı esaslara göre belli edilmeyen emsal bedelleri ilgililerin müracaatı
üzerine takdir komisyonunca takdir yolu ile belli edilir...” (VUK md. 267/3)
Takdirler, maliyet bedeli ve piyasa
kıymetleri araştırılmak ve kullanılmış eşya için ayrıca yıpranma dereceleri
dikkate alınmak suretiyle yapılır. Takdir edilen bedellere mükellef itiraz
edebilir. Ayrıca yukarıdaki esaslarla mukayyet olmaksızın kaza mercilerinin re’sen biçtikleri değerler ile zirai kazanç ölçülerini
tespit eden kararnamelerde yer alan tutarlar emsal bedeli yerine geçer.
Özetle, işletmeye dahil iktisadi
kıymetlerin değerlemesinde, emsal bedeli tespitinde prensip olarak VUK’un 267. maddesindeki esaslara ve sıraya uyulur. İlk iki
sıraya göre tespit bizzat ödevli tarafından, üçüncü sıraya göre ise takdir
komisyonu tarafından yapılır.
VUK’da yer alan bu
değerleme ölçülerine ek olarak; ticari hayatta etkin ve bilimsel olarak uygulanmasa
da “İkame Değeri”, “Alış Bedeli”, “Satış Bedeli” ve “Verim
Değeri” gibi değerleme ölçüleri de vardır.[2]
Alış bedeli bir
malın yalnızca alış bedelini, satış bedeli de bir malın sadece satış bedelini
ifade eder. Bu değerleme ölçüleri alış ve satış bedellerinin yalın halini esas
alır.
İkame (yerine koyma) değeri;
değerlemeye konu bir iktisadi kıymetin değerleme gününde yeniden edinilmesi
halinde işletme için ortaya çıkacak maliyet bedelini ifade etmektedir. Bu
tanıma, ikame değeri ölçütünün maliyet bedeli ve cari (piyasa) değeri ölçütlerinden
farklı olduğu hususunun da eklenmesi uygundur.
Verim değeri de değerlemeye konu
iktisadi kıymetin verimi, diğer bir deyimle artı değerinin kapitalize
edilmesi ile bulunan bir değerleme ölçütüdür.
D- DEĞERLEMEDEN AMAÇ VE DEĞERLEME
ZAMANI
VUK uyarınca
değerlemeden amaç vergi matrahının tespitine yönelik olarak iktisadi kıymet
bedellerinin tespit edilmesidir. Daha geniş anlamda değerlemeden amaç, işletme
faaliyetleri ile ilgili işlemler ve bu işlemler sonucu oluşacak kârlılığın
tespiti, işletme performans ve verimliliğinin tespiti, işletme hedef ve
politikalarının belirlenmesi, işletme bilanço, kâr-zarar tablosu ve diğer mali
tablolarının işletme hakkında reel, açık, anlaşılır ve tam bilgi vermesini sağlamaya
yönelik olarak işletme varlıkları, alacak ve borçlarının gerçek değerinin
tespit edilmesi ve bu değerle kayıtlara yansıtılmasıdır. Bu anlamda, yapılacak
bir değerleme işleminde ortaya çıkacak bir hata, hem işletme yönetimini hem de
işletme ile ilgili diğer kişi, kurum ve kuruluşları yanıltacak, işletmeyi
olduğundan kötü veya olduğundan iyi gösterebilecektir.
Değerleme işleminin bu amaca uygun
olarak yapılması, işletme üst yönetiminin daha rasyonel karar vermesini
sağlayacağından, değerleme işleminin sağlıklı ve tam yapılması öncelikle
işletmenin devamı açısından önem arz etmektedir.
Profesyonel yöneticilerin en büyük
destekleri, işletmeyi tam olarak yansıtabilen veriler ile mali tabloların oluşturulması
ve bunun zamanında hazırlanmasıdır. Bütün bunlar göstermektedir ki değerleme,
işletmeler için en önemli işlemlerden biridir.
İşletmeye dahil iktisadi kıymetlerin
değerleme zamanı “bilanço günüdür.”
Bilanço günü “Türk Ticaret Kanunu’nda”
işletmenin açılış tarihi ve on iki aydan çok olmayan iş yılı sonu (TTK md. 68), Vergi Hukukunda da; işe başlama tarihi ve hesap
dönemi sonudur. Hesap dönemi normal olarak bir takvim yılıdır (VUK md. 185, 259). Kanunda geçen “işletmenin açılış tarihi” ve “işe
başlama tarihi” deyimlerinin aynı anlama geldiği kabul edilirse, TTK ve
vergi kanunlarına göre değerleme ve bilanço günü işin başlama tarihi ve mali yılsonlarıdır.
Faaliyeti devam eden işletmeler için değerleme en az yılda bir kez
yapılacaktır.
Bir yıldan daha kısa sürelerle de
envanter çıkartıp değerleme yapılabilir. Bu tür kararlar işletme yetkililerinin
yönetim anlayışları doğrultusunda işletme yöneticilerince verilecektir. 4369
sayılı Kanun’la getirilen mevcut geçici vergi sisteminde envanter ve değerleme
işlemleri yıl sonu beklenmeksizin, geçici vergi dönemi sonlarında da (kısmen de
olsa) yapılmaktadır.
E- DÖNEMSELLİK İLKESİ VE TAHAKKUK
ESASI
Belirtildiği üzere değerleme işlemi
belli dönemler itibariyle yapılmaktadır ve bu dönemler en fazla bir yıllık
süreyi kapsamaktadır. İşletme faaliyetinin sürekliğine karşın, belli tarihler
itibariyle değerleme yapılmasının bir takım güçlükleri söz konusudur. Bu
güçlüklerin başında da dönemsel ayırımların yapılması gelir. Dönemsel ayırımların
yapılmasında iki unsur ön plana çıkmaktadır; tahakkuk esası ve dönemsellik ilkesi.
1-
Tahakkuk Esası
Ticari kazancın tespitine ilişkin
olarak GVK’nın 39. maddesinin 2. fıkrasında “Elde
edilen hasılat, tahsil olunan paralarla tahakkuk eden alacakları; giderler ise,
tediye olunan ve borçlanılan meblağları ifade eder” parantez içi hükmü
yer almaktadır. Anılan maddenin izleyen fıkralarında ise ticari kazancın
tespiti sırasında VUK’da yer alan değerleme
hükümlerinin dikkate alınması gerektiği düzenlenmiştir.
VUK’un
194. maddesinde gider; “satın
alınan mallar veya yaptırılan hizmetler karşılığında ödenen veya borçlanılan
paralar ve işletme ile ilgili diğer bütün giderler”, hasılat; “satılan mal bedeli veya yapılan
hizmetler karşılığı olarak tahsil edilen paralarla tahakkuk eden alacaklar ve
işletme faaliyetinden elde edilen diğer bütün hasılat” olarak tanımlanmıştır.
Bu hükümlerden kanun koyucunun ticari
kazancın tespitinde (gerek gelirin elde edilmesinde gerek giderlerin
oluşmasında) ilke olarak, fiili ödeme veya tahsil yerine tahakkuk esasını
benimsediği anlaşılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, ticari kazancın tespitinde
tahsil olunan hasılat ve ödenen giderlerle birlikte tahakkuk eden hasılat ve
giderler de dikkate alınacaktır.
Tahakkuk esası ile ilgili olarak vergi
kanunlarında ayrı bir tanımlama yoktur. Ancak genel kabul görmüş anlayışa göre tahakkuk; gelirin ve giderin mahiyet ve
tutar itibariyle kesinleşmesini ifade eder. Bir işlemde bir tarafın geliri,
diğer taraf ın giderinin tahakkuk etmesi için, gelir
ve gideri ortaya çıkaran muamelelerin eksiksiz olarak tekemmül etmiş olması
gerekli ve yeterlidir.
Tahakkuk eden hasılat veya gider,
yapılmış (kısım kısım da olsa tamamlanmış) bir hizmet
ifası veya mal teslimi karşılığı olmalıdır. Mal teslimi gerçekleşmemiş veya
hizmet ifasının henüz tamamlanmamış (sonuçlanmamış) olması halinde VUK’un 194. maddesi uyarınca tahakkuktan bahsedilemeyecektir.
Doktrinde ve
içtihatlarda yerleşmiş bulunan anlayışa göre tahakkuktan maksat, gelir veya
giderin miktar ve mahiyet itibariyle kesinleşmesidir. Bunun için gelir veya
gideri doğuran işlemin tamamlanmasının yanısıra, miktarının
ve işlemden kaynaklanan alacak veya borcun ödeme şartlarının da belirlenmiş
olması gereklidir. Bunlar bir alacak veya borcun varlığını belirleyen temel
unsurlardır.
2-
Dönemsellik İlkesi
İşletmelerin
süresiz olarak kabul edilen ömrünün, faaliyet sonuçlarının tespiti yönünden
belli faaliyet dönemlerine bölünmesi, işletme sahip ve ortakları, işletme yöneticileri
ve işletmeyle ilişkide bulunan kişi ve kurumlar kadar devlet açısından da önem
taşımaktadır. Zira devletin de işletmelerin faaliyet sonuçlarına göre alacağı
vergi için süresiz olarak beklemesi mümkün değildir. Bu nedenle muhasebedeki
dönemsellik ilkesine benzer şekilde vergi kanunlarında da faaliyet dönemleri
belirlenmiştir.
VUK’un 174. maddesine göre
defterler hesap dönemi itibariyle tutulur. Kayıtlar her hesap dönemi sonunda
kapatılır ve ertesi dönem başında yeniden açılır. Hesap dönemi normal olarak
takvim yılıdır. Takvim yılı dönemi, faaliyet ve muamelelerinin mahiyetine uygun
bulunmayanlar için, bunların müracaatı üzerine Maliye Bakanlığı 12’şer aylık
özel hesap dönemleri belli edebilir. Ayrıca yeni işe başlama, işi bırakma,
tasfiyeye giriş ve tasfiyenin sona ermesi birleşme ve devir hallerinde bir tam
yıldan daha kısa süreli dönemler de hesap dönemi sayılır.
GVK’nın
kurumlar vergisi açısından da geçerli olan 38 ve 39. maddelerinde ve KVK’nın 6. maddesinde kazancın hesap dönemleri itibariyle
tespit edileceği düzenlenmiştir. Keza gerçek kişilerin bir takvim yılında elde
ettikleri kazanç ve iratlar gelir vergisinin konusunu oluşturur.
Dönemsellik ilkesi bir dönemin
hasılat, gelir ve kârlarının aynı dönemin gider ve maliyetleriyle karşılaştırılmasını
gerektirir. Bu nedenle hasılat, gelir ve kârlarla, gider ve maliyet unsurları
ait oldukları dönemlerde dikkate alınmalıdır.
Hasılat ve gider unsurlarının hangi
döneme ait oldukları tahakkuk esasına göre belirlenir. Tahakkuk, bir hasılat
veya gider unsurunun mahiyet ve tutar itibariyle kesinleşmesini ifade eder. Bu
nedenle bir hasılat unsurunun elde edilmiş sayılması için tahsil edilmesi, bir
gider unsurunun kazançtan indirilmesi için ödenmiş olması şartı aranmaz. Bir
hasılatın alacak olarak, bir gider unsurunun da borç olarak tahakkuk etmesi
gelir veya gider kaydolunma açısından yeterlidir.
Dönemsellik ilkesi ile tahakkuk
esasının birlikte uygulanmasında öncelikle tahakkuk esasına bakılır. Ancak bazı
hallerde dönemsellik ilkesi tahakkuk esasının önüne geçer veya bazı gider ve
hasılat unsurlarının dönem kazancının tespitinde dikkate alınması tahakkuk
değil, tahsil veya ödeme şartına bağlanmış olabilir.
Dönemsellik ilkesinin etkilediği
değerleme işlemlerine şunları örnek verebiliriz:
· Tahakkuk etmiş, hatta ödenmiş olsa bile peşin
ödenen giderler (gelecek döneme ait olan giderler) aktifleştirilerek bilançoda
gösterilir. Bu giderler ait oldukları dönem gelinceye kadar aktifleştirildikleri
hesapta bekletilirler. Görüldüğü üzere bu halde, dönemsellik ilkesi tahakkuk
esasının önüne geçmektedir.
· Tahakkuk etmiş hatta tahsil edilmiş olsa
bile, gelecek döneme ait olan gelirler (peşin tahsil edilen gelirler)
pasifleştirilerek bilançoda gösterilir. Bu gelirler ait oldukları dönem gelinceye
kadar pasifleştirildikleri hesapta bekletilirler. Peşin ödenmiş veya peşin
tahsil edilen gider veya gelirlerin en tipik örneği kira gelirleri veya
giderleridir.
· Hesap dönemi sonuçlarının tespiti için, bilanço
günüdeki mevcutlar, alacak ve borçlar sayılmak, ölçülmek, tartılmak ve
değerlenmek suretiyle kesin bir şekilde ve müfredatlı olarak tespit edilir.
· Senetli alacak ve borçlar reeskont işlemine
tabi tutularak bilanço günündeki değerine indirgenir. Böylece reeskontun
yapıldığı döneme ait olmayan hasılat veya maliyet unsurları ilgili oldukları döneme
maledilmiş olur.
· VUK’un 279. maddesi
uyarınca, bazı menkul kıymetlerin borsa rayici ile veya menkul kıymetin alış
bedeline vadesinde elde edilecek gelirin iktisap tarihinden değerleme gününe
kadar geçen süreye isabet eden kısmının eklenmesi suretiyle bulunacak bedelle
değerlenmesi de, menkul kıymet gelirlerinin hesap dönemleri itibariyle dikkate
alınmasını sağlamaktadır.
· Amortisman uygulaması da dönemsellik ilkesinin
bir sonucudur. Amortismana tabi iktisadi kıymetler işletmede birden fazla yıl
kullanılır. Amortisman ayrılması, bu kıymetler için katlanılan maliyetlerin,
kullanıldıkları yıllara yayılmasını sağlar.
· Finansal kiralama işlemlerine ilişkin faiz
gelir ve giderlerinin gelecek hesap dönemine ilişkin kısmı da dönemsellik
ilkesi gereği bilanço aktif ve pasifinde gösterilir.
· Vadeli mevduat ve kredi değerlemesinde dönem sonu
itibariyle işlemiş faizler de dönemsellik ilkesi gereği ilgili dönem kazancının
tespitinde dikkate alınır.